1 Mart 2007 Perşembe

DÜŞTE KALAN - Öykü


Bakışları okyanus kadar derin, saçları ipek misali ışıltılı, teni mermer gibi pürüzsüzdü. Dudakları sanki öpülmek için değil seyredilmek için yaratılmıştı. Uzun boyu, orantılı vücudu ve efsanevi yunan heykellerini andıran soylu duruşuyla insanı yaşadığı anın gerçekliğinden kopartıyor, uyanmak istemediği bir düşün içindeymiş gibi hissetmesine yol açıyordu.

Onu daha önce bana yolladığı onlarca fotoğrafta defalarca kez incelemiş olmama rağmen sadece birkaç metre uzağımda olmasının heyecanıyla ellerimin titremesine ve vücudumun tepeden tırnağa ürpermesine engel olamıyordum. Ona doğru attığım her adımda aklımdan sayısız düşünce geçiyor, beni beğenmeyeceğinden korkuyor, geri dönüp hızla uzaklaşmak istiyordum. 

Mahşer yerini andıran kalabalıkta saklanarak adımlarımı gitgide küçültüyor, kendimce zaman kazanıyordum. Üzerimde uzun bir pardüsö, kafamda ise siyah bir bere vardı. Boynumdaki atkıyla ağzımı tamamen kapatmıştım. Bu durumda yanına kadar gidip merhaba demedikçe beni tanıyabilmesi pek mümkün değildi. Kırmızı deri montunun cebinden sigara paketini çıkarttı ve bir sigara yaktı. İnsanları bekletmektense beklemeyi tercih ettiğimden buluşma yerimize sözleştiğimiz saatten biraz erken gitmiştim. O da aynı incelikle düşünmüş olacak ki benden önce oradaydı. Yüz ifadesinde bir tedirginlik vardı. Böyle durumlarda saniyeler dakikalar gibi geçer, insana işkence ederler. Onu anlayabiliyordum. Kafasındaki ya gelmezse ihtimali sigarasından sık ve derin nefesler çekmesine neden oluyor, bir o yana bir bu yana sıkıntılı adımlar atıyordu.

Birden pardüsöme yandan asılan bir el hissettim. Uzun tırnaklı, bakımsız, parmakları sigaradan sararmış, derisi tozdan renk değiştirmiş bu el, büyük şehirlerin hemen her semtinde karşınıza çıkan ve günden güne çoğalan dilencilerden birisine aitti. Üzerinde incecik bir elbise vardı. Rastgele toplanmış karmakarışık saçları yaşlılıktan bembeyaz olmuştu. Ayağındaki eski botların üzerinde güçlükle durabiliyor ve bana uzattığı mendili almam için sanki her dileği kabul olacak bir evliyaymış gibi ardı ardına dualar ediyordu. Tam elimi bozuk para çıkartmak için pantolonumun cebine atacaktım ki telefonum çaldı. Arayan oydu ama ben olduğum yere çakılıp kalmıştım. Ellerim gene titremeye başlamıştı. "Açsana yavrum" dedi çatlak sesiyle dilenci kadın. Telefonun ekranına bakıyordum ancak parmağım aç tuşuna gitmiyordu bir türlü. Daha önce hiç konuşmamıştık ve ben heyecandan bildiğim bütün kelimeleri unutmuştum. Dilenciye parasını verip mendili aldıktan sonra uzaklaşıp sokağın köşesinde boş bulduğum bir banka oturdum. Telefonum birkaç kez daha çaldıktan sonra kapandı. Derin bir nefes aldım, sigara yaktım ve sakinleşmeye çalıştım.

Bütün gece uykusuz kalıp ona söylemek için uzun uzun düşünüp bulduğum tüm özenli cümlelerim sanki ucup gitmişti. Keşke ondan erken gelseydim dedim. O zaman avantajlı olan ben olacaktım. Sigaram bittikçe yenisini yakıyor, güzel sözler bulmaya çalışıyordum. Gözlerim dalıp gidiyor, beynim uyuşuyordu. Ani bir gök gürlemesinin ardından bastıran yağmurla kendime geldim. İnsanlar ıslanmamak için koşuşturmaya başlamıştı. Oturduğum yerden kalktım ve bu kez ben de belki de yağmurun etkisiyle hızla yürümeye başladım. Buluşma yerimize vardığımda beynim bana oyun mu oynuyor diye düşündüm. Orada değildi. Yağmurdan mı kaçtı acaba diyerek bir dükkandan öbürüne giriyor, telaşla kırmızı deri ceketi arıyordum. Soluk soluğa kalmıştım ve ne kadar ıslandığım umurumda değildi. Olamaz dedim gitmiş olamaz. O an sinirimden sokağın ortasında oturup ağlayabilirdim.

Telefonum tekrar çaldı. Bu defa mesaj gelmişti. Şöyle yazıyordu : “ Günlerce önceden sözleşmiş olmamıza ve birkaç saat önceden bunu teyit etmemize rağmen gelmedin. Seni bir süre bekledim ama yağmur da başlayınca umudumu kestim. Aradığımda da açmadın. Keşke nezaketen bir mesaj çekseydin…”. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Hemen numarasını çevirdim, meşgule düşürdü. Tekrar aradım. Çaldı ama açmadı...

01.03.07 / Ankara
Ferit GÜNAYDIN.