26 Ocak 2005 Çarşamba

OYUNCU - Öykü

Kalbim, ölmeyen, kendi de bunu çok istediği halde bir türlü ölemeyen ancak ölmüş gibi kabul edilip, cenazesi kaldırılmış bir adamın gömüldüğü arka bahçe. Yaşanmışlıkları kaldıramadığı için yaşamını gözden çıkartan ama inadına yaşamakla lanetlenmiş bir adam !

Genç yaşta diri diri gömülen bu adamın mezarından hortlayıp, ortalıkta dolaşması durumuna herkes çok alışık. Aslında kimse durumunun farkında değil. Bir ölünün bu kadar kanlı canlı kalabalığa karışması hiç şüphe uyandırmıyor. Hiçbir ödül oyunculuk gücünün karşılığı olamaz. Çok ustaca performansları mevcut ama ortada bir Oscar ödülü olsaydı onu son aşkında oynadığı yaşayan ölü rolüyle alırdı hiç şüphesiz. Kahramanımız henüz yirmili yaşlarında. Aşkı macera sanan, gaz açıkken kibritle oynayan küçük bir çocuk edasında. Defalarca kez ciddi şekillerde uyarılmış ateşle oynamaması konusunda. Birçok insan tarafından anlatılmış bu ateş sevdasının nerelere varacağı.

Doğum yılı 80’lere rastladığı için çok özel olduğu görüşünde. Milenyum, gençliğinin göbeğine oturmuş ama o asla bir milenyum genci olarak görmemiş kendini. Özel olduğunu düşünmesi internetten on dakikada elde edilebilecek bir bilgiyi ansiklopedilerde saatlerce araması ve bundan aldığı zevkin çok özel bir zevk olduğunu bilmesinden kaynaklanıyor. Ne de olsa gazatelerin hala kuponla ansiklopedi dağıttığı, canlı yayında çekilişle kitap dağıtılan programların yayınlandığı bir çocukluktan gelmiş. Elde edilmesi kolay olanın kaybedilmesinin de kolay olacağı gibi birçoğuna safça gelen bir düşüncesi var. Kolay bilgi, kolay kazanç, kolay arkadaşlık, kolay yemek ve benzeri kolaylıkları insanın gözüne sokan hızlı tüketim endüstrisine karşı ciddi bir direnişte.

O, hayatının her alanına yayılan bu sorumluluk duygusunun bilinciyle kalkmış, aşkı da aramaya koyulmuş. Bizimki bir gecelik aşktı, hevesti, heyecandı; bir deneyelim dedik ama daha fazla dayanamadık; benimki mantık aşkı; bir kereden bir şey olmaz, hergün kuru fasülye yenmez gibi cümlelerle aşkı bilmeyen insanların, ona aşkı anlatmalarına da maruz kalmış. Çok içerlemiş. Oturmuş kalkmış içerlemiş. Gitmiş gelmiş içerlemiş. İdolleri varmış çünkü “ Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk “ diyen. Kendini kandırılmış hissetmiş.

Bir de bu kandırılmışlığın üstüne zamanla yalnızlık hissi eklenmiş. Tanrı'yı sevmekten bahsederken, birbirini sevmeyi unutan, Tanrı'nın adaletinden bahsederken kendi adaletinden şaşan, dinlerin kardeşliğinden bahsederken, aynı anadan doğma kardeşlerin bile kardeşliğinin şüpheli olduğu çok büyük bir cemaatle namaza durmuş aynı camide. İnandığı Tanrı da olmasa, az kalsın camide de bir başına kalacakmış !

Kandırılmışlığı değil ama yalnızlık hissini aşmış zamanla. Birileri daha olmalı demiş hep. Mutlaka biri daha olmalı. Bir gün çıkacak, aynı şarkıyı aynı makamdan okuyacak. Koyulmuş büyük bir azimle aramaya. Bulamadıkça hırslanmış. Dönüp dönüp tekrar aramış. Derken, gezerken bir gün frekanslar çöplüğünde, aniden bir kanalda durmuş. Sonunda aynı şarkıyı aynı özenle, aynı makamda okuyan bir ses duymuş. O sesin sahibini de aramış bulmuş. Özür dilemiş hayattan kandırıldığını düşündüğü için. Sonunda bulmuş. Aşkın üç harfe, üç güne, üç geceye sığmayacağını, onu sahte yaşamaya alışmış olanların gerçeğini kaldıramayacağını, kaldırabilenlerin de ayaklarını kaydırmak için ellerinden geleni yapacaklarını bilen, insan olduğunun bilincinde bir insan bulmuş.

Uykusuz geceler sabahları, güneşle kurulan düşler geceleri kovalamış. Ama maalesef bu durum, türünün ilk örneği olarak sonu mutsuz biten bir masalmış. Bir gece aniden uyanmış, yatakta yapayalnızmış. Tekrar uyumuş. Artık ne mecali kalmış tekrar aramaya, ne de kalbi dayanmış aynı şarkıyı mırıldanmaya… Almışlar, götürmüşler, kalbinin sesini ezan bilen çocuğu kendi kalbine gömmüşler ! Yaşama kafa tuttuğu için mi, gaz sızıntısına rağmen ateşle oynadığı için mi bilinmez…

26.01.2005/Eskişehir
Ferit GÜNAYDIN.

Hiç yorum yok: